Kaynak: Beyazperde.com |
O tarihlerde adeta bir “erkekler kulübü” olan Cambridge bir yandan bilimin ve aydınlanmanın beşiği görünümüne sahipken bir yandan da bilimi bile etkisi altına alan bağnaz-gelenekçi-katı tutumlarla çevrilmiş durumda. Film, gelenekle yeniliğin, muhafazakârlıkla özgürlüğün çatışmasını yansıtmak açısından çok başarılı sahnelere ve diyaloglara sahip. Dünyanın en büyük güçlerinden bir haline gelip gıptayla baktığımız bir medeniyet kuran İngilizler aynı zamanda tüm dünyanın canına okuyan sömürgeciliğin, emperyalizmin ağa babası durumundalar. Ramanujan’ı kendilerinden aşağıda görmekte hiç beis görmüyorlar zira onun geldiği toprakların da sahibi kendileri sanıyorlar. Dostluk, birlik olma, alçak gönüllü davranabilme, bilime katkı sağlarken gelenekten ve geleneğin getirdiği baskıdan kopabilme gibi meziyetleri bünyesinde barındırabilen birkaç hoca dışında tamamen yalnız kalan dâhimiz çözülüp yenilgiyi kabul edeceği anlarda kendi tanrılarına, evinden yabancı topraklara taşıdığı inançlarına bel bağlayıp destek alıyor. Kendisini İngiltere’ye getiren ve zaman zaman tartıştığı profesörü ateist olduğu ve bilimle dini asla bağdaştıramadığı için anlaşmakta zorlanıyorlar. Filmin alt metninde inanç-bilim çatışması da yer buluyor kendine ama Hollywood-vari hamlelerle yumuşuyor konu, en azından izleyiciler için tatlılıkla çözülüyor. Bu çözülmeye yardımcı olan, kendisini filmin bir karakteri olarak görmekten kendi adıma büyük haz duyduğum büyük sosyal bilimci, felsefeci ve tarihçi Bertrand Russel tam da olması gerektiği gibi kendini felsefi açıdan çok doğru bir yerde konumlandırarak katı-ateist hocayla, katı-dindar öğrencisinin arasının düzelmesinde verdiği tavsiyelerle köprü olmayı başarıyor. (www.filmloverss.com)