Bu alandaki öncü (oldukça ilkel) deneyler 1860'larda Alman fizikçi ve psikolog Gustav Theodor Fechner tarafından yapıldı. Fechner'in deneyi basitti: en-boy oranları farklı on dikdörtgen bir deneğin önüne konularak en hoşuna gideni seçmesi isteniyor. Seçimlerin %76'sı 1,75, 1,62 ve 1,50 oranlarına sahip üç dikdörtgenden oluşuyor (ki "Altın Dikdörtgen" için bu oran 1,62). Fechner daha ileri giderek dikdörtgen şekilli binlerce nesnenin (pencereler, çerçeveler, kitaplar) boyutlarını ölçtü ve ( Vorschule der Aesthetik adlı eserinde) yaklaşık oranı Altın Orana yakın bulduğunu iddia etti. Birçok psikolog daha sonra benzer deneyler yaptılar ve oldukça tutarsız sonuçlar elde ettiler. Örneğin Toronto Üniversitesi'nden Michael Godkewitsch çoğu zaman ortalama grup tercihlerinin en çok tercih edilen seçimleri yansıtmadına işaret etti. Mesela herkesin en iyi ikinci olarak değerlendirdikleri bir çay markası ortalamada en iyi olarak görülebilir, fakat belki de hiç kimse bunu satın almayacak. Godkewitsch bu nedenle ilk tercihlerin ortalamalardan daha anlamlı bir tercih ölçüsü olarak alınabileceğini ifade etti. 1974'te yaptığı bir çalışmasında, daha önceki deneylerde rapor edilen Altın Oran tercihinin deneklere sunulan dikdörtgenler kümesinde dikdörtgenin konumunun bir yapay olgu olabileceği sonucuna vardı. Bununla birlikte diğer deneylerde farklı sonuçlar elde edildi.
Yüz çekiciliğinin esaslarını belirlemek için yapılan piskolojik çalışmalar rüzgarıyla tüm konu yeni bir dönemece girdi. Örneğin Teksas Üniversitesi'nden psikolog Judith Langlois ve iş arkadaşları, toplumun ortalamasına yakın bir yüz biçimine sahip olmanın çekici olmanın temel sebebi olduğu fikrini test ettiler. Langlois erkek ve bayan öğrencilerin yüzlerini sayısallaştırıp matematiksel olarak ortalamasını aldı ve iki-, dört-, sekiz-, onaltı- ve otuziki-yüz içeren karmalar oluşturdular. Daha sonra öğrencilerden tek tek ve belirlenen karma yüzleri çekicilik yönünden değerlendirmeleri istendi. Langlois 16- ve 32-yüzlü karma ortalamalarının tek tek yüzlere göre kayda değer ölçüde yüksek puan aldığını gördü. Langlois bulgularını açık şekilde doğal seleksiyona (evrim aşamasında ortalamaya yakın fiziksel karakterlerin şeçilmesi) ve "prototip teorisi"ne (prototiplerin prototip-olmayanlara tercih edilmesi) dayandırarak açıkladı. Bilim yazarı Eric Haseltine (Eylül 2002 Discover dergisindeki bir makalesinde) Langlois'in 32-yüzlü karmasında çene ile kaş arasındaki uzaklığın yüzü Altın Oran'a uygun şekilde böldüğünü iddia etti. Benzer bir iddia Londra'da Üniversite Kolej Hastanesi'nde çalışan ortodontist Mark Lowey tarafından 1994'te yapıldı. Lowey moda modellerinin yüzleri üzerinde detaylı ölçümler yaptı. Belli insanları güzel olarak sınıflandırmamızın sebebi olarak, bu insanların yüzlerinde toplumun geri kalan kısmına göre Altın Oran orantılarına yakın değerlerin görülmesini ileri sürdü. Çoğu kimse Langlois ve Lowey'in sonuçlarını kabul etmiyorlar. St. Andrews Üniversitesi'nden psikolog David Perret, bireysel çekici yüzlerin karma yüzlere tercih edildiğini gösteren çalışmasının sonuçlarını 1994'te yayımladı. Dahası, ortalamadan uzak şekil farklılıklarını abartmak için bilgisayarlar kullanıldığında, bunlar dahi tercih edildi. Perret güzel bulduğu yüzlerin ortak bir şeylerinin olduğunu iddia etti: çıkık elmacık kemikleri, daha ince çene daha büyük gözler. Hatta "ortalama olma" hipotezinden daha fazla sapmalar Üniversite Kolej Hastanesi Maxillo Yüz Birimi'nden Alfred Linney tarafından yapılan bir çalışmada saptandı. Top modellerin yüzlerinin tam ölçümlerini yapmak için lazer kullanarak, Linney ve iş arkadaşları modellerin yüz özelliklerinin tam da toplumunu geri kalan kısmının değişimi ölçüsünde olduklarını buldular. İnsan yüzünün yüzlerçe ölçüm seçeneği sunduğunu belirtmek gerekir. Dahası sanatta Altın Oran'ın bulunuşu ile ilgili çok fazla sayıda yanlış iddialar ve yanılsamalar olduğunu da belirtmeliyiz. Buna rağmen sanat tarihi, kalıcı değer üreten ressamların tam olarak estetik endişesinden uzak duranlar olduğunu göstermiştir.